Chicago’da Sanat İşleri

Gezdiğiniz şehrin ruhunu yakalamak için seyahatinize bir tutam sanat serpiştirmek daima iyidir. Seçil Sağlam’la Chicago’nun sanatsal yüzünü keşfediyoruz.

2017, Chicago’da ‘Public Art’ senesiydi. Genellikle ‘rüzgarlı şehir’ sıfatının hakkını veren Chicago, Ekim ayında sokaklarında dolaşıp şehre nüfuz ettiğim o bir hafta boyunca bana son derece insaflı davrandı. Çoğu zaman neredeyse yaprak kıpırdamayan havanın tadını, şehrin diğer sunduklarının yanı sıra, galeriler bölgesi olan River North’da da sakin keşiflerle taçlandırdım.

Andrew Bae Gallery’nin kapısından içeri girerken minik bir Budist tapınağına giriyor hissine kapılıyorum. Kapıyı açınca geleni haber veren minik bir çan sesi duyuluyor. Buraya adım atma sebebim, dışarıdan görür görmez ilgimi çeken ve sonradan adını öğreneceğim sanatçının tabloları. Tüm duvarı kaplayan boyuttaki tabloların, altın sarısından taba ve bej tonlarına geçişine, tablolardaki insanların ifadelerine hayranlıkla bakarken galeri sahibi, tıpkı kapısındaki çanın zarifliğinde, sanatçı ve işleri hakkında bilgi vermeye başlıyor. Bazı galerilere girince hissettiğim, kimi zaman mesafeli ve kimi zaman küstah tavırları düşününce bu zerafet karşısında ilgimi ve dikkatimi sonuna kadar odaklayarak bu hareketi takdir ettiğimin sinyallerini vermeye çalışıyorum ben de…

Galeri sahibi Mr. Bea, sanatçının ne yaşından ne de ufak tefek cüssesinden beklenecek büyüklükte tablolar yaptığından ve seneler içinde tablolarında görülen tarz değişikliklerinden bahsederken tüm bu zamanlara tanık olmanın, sanatçının eserlerini yıllar boyunca sanatseverlerle buluşturmanın verdiği tatmin ve mutluluk yüzünden okunuyor.

Galeriler, eserleri yaratanlar ile onları anlamaya çalışan ve zaman zaman ulaşılmaz bulan bizlerin arasındaki buzları kırar, ressamları, tabloları, heykelleri ulaşılır ve anlaşılır kılar. Bu nedenle Mr. Bea’nin son derece elegan galerisi ve sanatı anlatma çabası bende iz bıraktı.

Galeriler bölgesi River North’ta karşıma çıkan Irish Pub’larda dinlenme molaları vererek tüm günü deviriyorum. Chicago’nun kültür sahnesi bana kalırsa en iyi bu semtte anlaşılıyor. Turistik aktiviteleri hiçbir zaman sevmedim. Hiç yapmadım değil, ancak aralarında ruhumu besleyeni nadiren buldum. Bu yüzden şehirlerin şifrelerinin bohem, yaratıcı, bazen ‘underground’ semtlerine giderek çözüldüğüne ve buraların bize daha gerçek deneyimler yaşattığına inanıyorum.

Chicago’nun en bilinen ve en çok fotoğraflanan noktalarından biri kuşkusuz Millenium Park’ın içine yerleştirilmiş Anish Kapoor’un eseri ‘Cloud Gate’. Belki ilk fotoğraflanan değil ancak bana kalırsa Daley Plaza’da yer alan ve Picasso’nun eserlerinden biri olan çelikten yapılmış devasa heykel de yeterince ilgi çekici. 2017 senesi, heykelin 50. yıldönümüydü ve bu çerçevede heykelin bulunduğu meydanda bir kutlama yapıldı. Şehre adeta serpiştirilmiş gibi duran bu etkileyici sanat eserlerinin en güzel yanı modern sanatın hayatla iç içe kılması ve ücretsiz olması. İyi sanat işlerinin halka açık alanlarda sergilenmesi kuşkusuz bir şehri benzersiz kılan ve değer katan etkenlerden. Şehirde halka açık alanlardaki diğer eserlerden bazıları ise şöyle:

Miss Chicago; Katalan ressam ve heykeltraş Miro’nun ‘The Sun, The Moon and One Star’ ismindeki heykeli Brunswick Plaza’da görülebilir.

Flamingo; Alexander Calder’ın kırmızı renkteki, çelik ve cam kullanarak yaptığı heykeli şehrin sembolleri arasındaki heykellerden. Loop bölgesinde, Federal Plaza’da yer alıyor.

Chagall’s Four Seasons; Chase Tower Plaza’da sergilenen, Marc Chagall’ın ‘The Four Seasons’ isimli, binlerce mozaik kullanarak yaptığı eseri, Chicago’nun dört mevsimini anlatıyor.

Dünyanın En İyi Müzeleri arasında yer alan ‘Art Institute of Chicago’daki eserleri görmeden önce Millenium Park tarafından müzeye bağlanan Nichols Bridgeway üzerinden yürüyorum. Chicago mimari zenginliği ve kontrastlarıyla insanı şaşırtan bir şehir.

Art Institute of Chicago’nun farklı dönem ve akımlara ait tabloları arasında kaybolmadan önce ‘mutlaka görülmesi gereken eserler’i belirlemekte fayda var. Amerikan Sanatı bölümünde; Grant Wood’un ‘American Gothic’ isimli ironik tablosu, Mary Cassatt’ın ‘The Child’s Bath’ tablosu ve Edward Hopper’ın ‘Nighthowks’ tablosu, Andy Warhol’un müzenin Modern ve Çağdaş Sanat kısmında sergilenen ‘Liz’ isimli eseri,  Avrupa Tabloları Heykelleri bölümünde ise, Georges Seurat’ın ‘A Sunday on La Grande Jatte’ tablosu müzenin en ikonik eserleri arasında yer alıyor.

Art Institute of Chicago’ya çok yakın konumdaki, Chicago’nun kalbi olarak da bilinen ‘Loop’ bölgesinin en hareketli köşelerinden birinde, giriş ücreti olmayan Chicago Cultural Center bulunuyor. Burası süreli sergiler, Uluslararası Film Festivali ve konserler gibi çeşitli etkinliklere sahne oluyor. Gönüllüler tarafından haftanın dört günü belli saatte binanın tarihi ve mimarisi hakkında bilgi veren mini turlar düzenleniyor. Bu arada binanın iç detayları kadar, tavandan yere uzanan camlarından şehrin farklı açılarını görmek de güzel.

Burada özellikle etkilendiğim bir bölüm oldu. ‘StoryCorps’ adında, insanların içine girip hikayelerini anlatıp paylaşabilecekleri bir kabin hazırlanmış. Kabinde 40 dakika boyunca kalınabiliyor, o esnada anlatılanlar kaydediliyor. Daha sonra arşive eklenen her bir hayat hikayesini başka insanlar aynı ortamdaki dijital ekranlardan seçerek kulaklıklarla dinleyebiliyor. Amaç, hayat hikayelerini toplayarak insanlar arasında köprü oluşturmak ve daha merhametli, adil bir dünya yaratmak. Bugüne kadar binlerce kişinin hikayesi kaydedilmiş. ‘Share Your Story’ panosunun üzerine duygularını yazanlardan biri şuydu: “Annemle babam down sendromlu kardeşimi hiç benimseyemedi. Onu ayırt ettiklerini sürekli hissetmek hayatımın en üzücü duyguları arasında yer aldı”. İnsanın belki de asla çözülemeyecek karmaşık yapısı ve her biri birer film senaryosu gibi hayatlar, insanların kalplerini açmasıyla burada buluşmuş.

Sanat, hepimizin kalbini açmaya yetmez belki, ama zihinlerimizi açacak kadar fazla zenginliği isteyene her daim sunuyor.

Yazar: Seçil Sağlam

Instagram: travellingparrot


Önerilen yazılar