Ancak kendimizi tanıyıp, farklılıklarımızı keşfedip benimsediğimizde yaratıcı ve huzurlu bir zihinle yaşayabiliriz.
Bir çocuktum, sıradan bir kız çocuğuydum kendi zihnimde. Parlak bir zekâm olduğunu düşünmüyordum çünkü o yıllarda dünyanın en önemli dersi olan matematiği sevmiyordum. Bana dayatılan formülleri, açıları hatta çarpım tablosunu da sevmiyordum. Çok iyi bir ezber yeteneğim vardı ve çarpım tablosunu sayarken canım sıkılıyordu. “On kere on, yüz”’den ötesi yoktu ki… Hiçbir yere gitmiyordu sonra konu. Ne bir hikâyesi vardı, ne de bir kahramanı.
Sevdiğim şeyler vardı, sevmediklerim ve hiç sevmediklerim. Matematiğe dair her şey “hiç sevmediklerim”di. Her çocuk gibi sevdiklerimi yaparken mutlu olurdum ve aslında bugün aklımda ne kaldıysa o mutluluklardan kaldı. Ne öğrenmişsem hayata dair, mutlu olduklarımı yaparken öğrenmişim. Belki annemin hayal ettiği gibi doktor olmadım ama gurur duyduğu kara kızı oldum. Onun benimle ilgili beklentilerini değiştirdim. Aslında temelde o da tüm ebeveynler gibi sadece mutlu olmamı istiyordu.
İnsanların engeller karşısındaki öfkesini karşılıklı iki kapıyı birbirine bağlayıp zillerini çaldığımda öğrenmiştim. Bir türlü kapısını açamayan iki komşunun yüz ifadeleri ve ağızlarından çıkan kelimelerle öğrendim ben. Çünkü o sırada kahkahalarla gülüyorum. Gençliğini doyasıya yaşayamamış, binlerce pişmanlığı kalbinde taşıyan insanları, bir yurt müdiresi ile anladım üniversitede. Yaramazdım ben evet. Her yaptığım yaramazlık karşısında onun tahammülsüzlüğü, bana yaklaşımı, tehditleri o kadar acizdi ki. “Ben böyle yapmadım, ben büyürken, ben okurken…” diye bağırdığı cümlelere “Evet sen, kocaman sen, ne mutlu sana…” cevaplarını vermek isterdim. Hatta bir kez, “Keşke yapsaydın” demiştim de kıyamet kopmuştu. Ama hiç sorun değildi, çünkü ben eğlenirken öğrenmiştim, içinden gelenleri geldiği zaman yapmazsam ileride nasıl bir insan olacağımı görmüştüm müdirenin gözlerinde.
İstiyoruz ki çocuklarımız iyi eğitim görsün, iyi birer işe girsin, toplumda kabul görsün, dışlanmasın, yaşıtlarının yaptığı, ilgilendiği en popüler şeyleri o da yapsın. Yani hem herkes gibi olsun, hem de parlasın. Bu birçok çocuk için, mümkün değil. Bizler için de böyle bir alternatif yok. Hem herkes gibi olup, hem de ön plana çıkamayız.
Farklı olmanın ilk basamağı aslında çok kolay değil. Öğretilen çaresizliklerden ve kısıtlardan kurtulmak gerekiyor. Yani, gerçekte olduğun gibi olmaktan bahsediyorum. Dayatılanları, genel ahlak kuralları süzgecinden geçirdikten sonra kendini keşfe çıkmak, hayat süresince yapabileceği en güzel keşif bence insanoğlunun. Kendini sevmek ise işte tam bu noktada önem kazanıyor. Keşfettikçe seveceksin ya da gerçek anlamda değişeceksin. Özünü koruyarak değişmekten bahsediyorum tabii. Örneğin gıpta ile baktığın bir arkadaşın atları sevip “Çünkü bana özgürlüğü ifade ediyor” dediğinde, özgürlüğü çok seven sen, kendini atları sevmeye zorlamayacaksın. Senin en çok sevdiğin hayvan köstebekse bırak köstebek kalsın. Özgürlüğü sadece hayvanlar mı temsil ediyor? Köstebeği sevmek zaten yeterince büyük bir farkı gösteriyor zihninde. Ancak kıskanç olduğunu keşfettiysen, bu duygunun hayatına getirdiği zorlukları fark ediyorsan önce bununla yüzleşip kabul edecek, sonra da arzularını nasıl kontrol edebileceğini öğrenip değişim yoluna çıkacaksın.
Bir tane arkadaşıma oğlunun öğretmeni hiperaktif değil ama odaklanma sorunu var demişti. Tıpkı ileri yaştayken bile benim için de söylendiği gibi… Bir insanın aklından günde 60 ila 70 bin düşünce geçiyor. İlgimi çekmeyen yani benim tanımınla “Hiç sevmediklerim”den bahseden biri, benim odaklanma sorunum olduğunu nereden bilebilir? O matematik anlatırken ben belki pencerenin dışındaki insanların güneşin tenlerine dokunduğu andaki ruh hallerinin değişimini izliyorum ve odaklı bir zihinle bunun kendi işime olan etkisini düşünüyorumdur. Yani kalıplara soktuğumuz zihnimizi önce özgür bırakmak, sonra neyi sevdiğini keşfetmek, tanımak ve oraya odaklanmak kıymetli olan. Bizi biz yapan şey işte tam olarak bu. Odaklandıktan sonra da özgür kalmak çok kıymetli. Çünkü değişimi fark etmek gerekiyor. Şirketleri düşünün mesela, herkes matematik dehası olsa, şirketin değerini kim ifade edecek? Formüllerle mi iletişim sağlayacak herkes?
Pazarlama departmanınında insan davranışlarını yorumlayabilen ve ona uygun ürünler geliştiren duygusal zekânın kıymetini anlayalı daha çok olmadı dünyamızda. Başarı tekdüzelikten değil, çeşitlilikten gelir. Bu nedenle farklı düşünebilen insanlar daha değerli. Ancak şirketlerde çok sevilmezler o ayrı. Sıradan yaşamları olanlar farklı olanları kolay kabul edemezler ne yazık ki…
Hepimiz birçok konu hakkında çevremizdekilerle konuşuyoruz. Herhangi bir şeyi düşünün, niyet ettiniz ve etrafınızdakilerden görüş soruyorsunuz. Onu deneyip başaramayanlar herkesten daha çok konuşur, herkesten yüksek çıkar sesleri. Genelleyerek anlatırlar tecrübelerini. İşlerler zihninize, “Ben denedim, olmadı, olmaz. Boşuna vakit kaybetme.” Zihnimiz henüz kendini tanımadıysa, kendi sevdiklerini ve farklılıklarını bilmiyor ve oradan öğrenmiyorsa, gizli öğrenme ile başkalarının başarısızlıklarını alır ve denemekten vazgeçer. Oysa bence hayattaki en büyük başarısızlık kendini tanıyamamaktır. Çünkü her şey sendeki farktan kaynaklanır. İnsan kendi farklarını biliyorsa mutluluk büyütür, bilmiyorsa hüzün. Doğru ya da yanlışın bu konuyla hiç ilgisi yok, onlar tamamen kenarda dursunlar, çünkü “Kimin doğrusu ve neye göre?” gibi oldukça derin başka bir konu. Ben bilinçli farklılıktan bahsediyorum.
Çok moda ya bu günlerde, etrafımdaki herkes aynı şeyleri anlatıyor. Herkes kendinin en iyi versiyonunu bulmaktan, kendini gerçekleştirmekten bahsediyor. Sen zaten gerçeksin. Kendinin en iyi versiyonunu aramak da insanın kendiyle her alanda rekabet etmesi demek bana göre. Zihnimize “Sürdürülebilir rekabet” yüklemekten öte bir şey değil. Sürekli daha iyiyi arayan bir zihin, derinlerde bir yerlerde “dahanın da dahası” olduğunu ve bu arayışın hiç bitmeyeceğini bilir. Bu nedenle büyük bir çatışma ve memnuniyetsizlik başlar içeride. Oysa tek gerçek şimdiyse, en iyi halin zaten şimdi.
Farklılıklarını ortaya koymanın da en doğru zamanı şimdi. Yarın başka bir gün ve sen zaten değişeceksin. Değiştiğin için en iyi halini bulmayacaksın, sadece o günkü sen olacaksın. Fikirlerin, söylemlerin, eylemlerin de değişecek. Önemli demiştik ya, değişebilmek, aynı zaman diliminde her şeyin değiştiğini bilmek de bir o kadar önemli. Çevrendekiler orada öylece durmuyor ve beklemiyor, o yüzden de ertelememelisin onlarla ilişkilerini. Şunları halledip, en iyi versiyonumu bulup sonra bakarım demek ya da ailenin, arkadaşlarının sırf seni sevdikleri için orada öylece seni beklediklerini düşünmek en büyük pişmanlık kaynağı bu hayatta.
Kısaca, kendimizdeki ve çevremizdeki farklılıkları sevmeli, ortaya koymaktan çekinmemeliyiz. Böylece yaratıcı ve rekabet etmeyen huzurlu bir zihinle yaşayabiliriz. Böylece insan olmanın gerekliliğini yerine getirip bir iz bırakabiliriz hayata.
Sevgiyle…