Seul ve Bitmeyen Enerjisi

Yollara düşme sebebiniz ve bir seyahatten beklentiniz değişik tatlar keşfetmek, farklı geleneklere tanık olmak, şehrin ruhunu yakalamak ise Seul, bunların tümünü fazlasıyla yaşatıyor.

Hiç durmadan akan dinamik, enerjik bir şehir Seul. O şehrin çalışkan insanları, dağların arka fonda nefis panoramalar oluşturduğu hanedanlık sarayları ve o saraylardaki, eğer mevsimi olan nisan ayına denk gelirseniz, kiraz ağacı çiçeklerinin masalsı bir atmosfer yaşattığı huzurlu bahçeleri… Tarihi durakların ardından neredeyse 24 saat yaşayan alışveriş caddelerinin harareti. Metroda, pazarda, kafelerde, sokaklarda daimi bir hareket. Aşklarından dünyayı unutan çiftler ve şehri  ele geçirmiş binlerce kahve dükkanında, Kore restoranında, kapı önlerinde sosyalleşen Seulluler…

 

Kore kimliğini oluşturan Gi (ruh, enerji), Hıng (eğlence, sevinç, heyecan) ve Ceong (sıcaklık, şefkat, sevgi, dostluk) kavramları, Seul’de şehrin her tarafına sinmiş durumda. Her şehrin olduğu gibi Seul’un de dinamikleri değişken. Enerjik ya da huzurlu bir Seul yaşamak da tamamen tercihlerinize bağlı.

Hanok Bukchon Village, Kore’nin geleneksel evlerinin bulunduğu muhteşem sokakları ve bu evlerde yaşayanları ile şehrin ortasındaki konumuna rağmen sessiz sakin, huzurlu bir bölge. ‘Hanok’ adı verilen evlerde yer yataklarında yatıp, sessiz ve huzurlu sabahlara uyanmak ya da şehrin başka semtlerindeki modern, zincir otellerde lüks deneyimler yaşamak mümkün. Bense, otantik ve yerinde bir deneyim için hanok’ta konaklama fikrine karşı koyamadım. Konforlu, geniş bir oda ve otellerin sunduğu imkanları arayanlar için pek cezbedici olmayabilir; ancak hanok’ta kalma deneyimi, rahatına düşkün her bünyenin fikrini değiştirmesine sebep olacaktır.

Hanok Village, şehrin keşfedilmesi en keyifli olan bölgesinde bulunuyor. Bir tarafında Gyeongbokgung Sarayı, diğer tarafında ise Changdeokgung Sarayı bulunan bölgenin nefis fotoğraflar veren sokaklarında yürümek; Seulluler’in çok sevdiği ve şehirde hemen her köşeyi istila etmiş kahve zincirlerinden ya da butik kahvecilerden birinde oturup buranın tadını çıkarmak; ufak butiklere bakmak oldukça keyifli. Hanok Village’ten Insa-dong tarafına geçtiğimde ise trafiğe kapalı olan cadde boyunca sokak satıcılarının tezgahlarından  kızartmalar alıp, cadde boyu yerel ürünlere, hediyelik eşyalara, çay evlerine, otantik restoranlara bakarak yürüyorum.

 

Pazar gezmeden dönülen bir seyahat eksik kalıyor şüphesiz. Insa-dong’taki tezgahlarda satılan yiyeceklere alternatif olarak, buradan yürüme mesafesinde olan Kwangjang Market’in yoluna düşüyorum. Biraz sarsıcı bir deneyim beni bekliyor. Tezgahlarında tam bir yerel deneyim yaşamanın mümkün olduğu pazarda, ‘sarsıcı’ olarak addettiğim şey ise salyangozların hala canlı iken sosa batırılıp yenmesi. Günlerden pazar, dolayısıyla pazar da bir hayli hareketli. Onlarca tezgahın sıralandığı pazarda satılan yemeklerden evlerine götürmek için alanlar, yiyecek standlarını çevreleyen oturma banklarında oturup yemek yiyenler, herkes büyük bir aile davetindeki aile fertleri gibi…

 

Pazardan çıkıp tekrar Insa-dong üzerinden Hanok Village’e dönüyorum. Gün boyu Japon ve Çinli ağırlıklı olmak üzere pek çok turistin ve turist otobüsünün işgali altında olan bölge, ona yakışan sessiz sakin haline bürünmüş. Hanok’taki odamın sessizliğinde derin bir uykuya dalıyorum.

Daha canlı ve modern bir Seul deneyimi yaşamak ise, şehrin genel havası da son derece dinamik olduğundan, daha alışılageldik bir deneyim. Şehri sarıp sarmalayan metroyu çözmek pek zahmet gerektirmiyor. Hatta birkaç metro denemesinden sonra, hep burada yaşıyor gibi hissetmek olası. Farklı semtleri keşfetmek, metro ağı sayesinde kolay ve zevkli. Metronun merdivenlerinin kenarında, bisikletlilerin kolayca inip çıkabilmesi için tekerleklerin yerleştirebildiği şerit ise, medeniyetin detaylarda gizli olduğunu fısıldıyor.

Seoul Station in late afternoon during rush hour.

Şehrin kalbinin gümbür gümbür attığı alışveriş ve yemek odaklı Myeong-dong ise Seulluler’in de sevdiği ve zaman geçirdiği bir cadde. Adım başı restoran, kozmetik dükkanı, mağaza ve kahve zincirleri ile baş dönmesine yakın bir duygu veren Myeong-dong’ta biraz sessiz sakin bir köşe arayışına girince, Japonya ve Kore’den başlayarak Lyon gibi uzak bir Avrupa şehrine kadar ulaşan ‘Cat Cafe’lerden birinin sakin bir köşesinde kedilerle takılmak, şehrin gümbürtüsüne kısa bir mola vermek için iyi bir alternatif oluyor.

Daha rahatlatıcı bir alternatifi ise akşama doğru yorulduğum saatlere saklıyorum. Şehrin hemen her semtinde birden fazla ‘jimjilbang’, yani Kore saunası bulunuyor. Koreliler’in toksin atmak için birkaç saati ya da tüm günlerini geçirdikleri, genellikle 24 saat açık olan bu saunalarda, birbirinden farklı sıcaklıklardaki odalarda dayanabildiğiniz kadar durmak, sonra ortak alanda yer alan matların üzerine yayılıp Kore filmleri izlemek, bu saunalara özel olarak satılan ve özel bir yöntemle pişirilmiş olan ‘kahverengi yumurta’lardan yemek adeta bir ritüel. Kaldı ki şehirde tam bir Koreli gibi yaşamanın ve ‘lokal’ hissetmenin en güzel yolu ‘jimjilbang’lar. Saunaların popüler ve turistik olanları, yedi katlı oldukça büyük binalarda hizmet verirken, sadece iki katlı, daha kendi halinde olan ‘jimjilbang’lara da rastlamak mümkün.

 

Son günü duygusal bir ziyarete ayırıyorum. Savaş Müzesi, isim itibariyle yeterince çekici görünmeyebilir; ancak modern mimarisi, birbirinden özenli hazırlanmış bölümleri, Kore’nin tarih boyunca görüp geçirdiği savaşların anlatım şekli ve ifadeler, ‘’İyi ki zaman ayırmışım’’ dedirtiyor. Kısacası burada geçirilecek birkaç saat fazlasıyla tatmin edici. Kore Savaşı’na yardım eden ülkelere teşekkür sunmak için ayrılan bölümde Türkiye de, ‘kardeş ülke’ olarak anılıyor.

Kore Savaşı’nda Türkiye’nin verdiği desteği Koreliler’in asla unutmaması ve her fırsatta şükranlarını dile getirmeleri ise Kore’ye gitmenin en fazla mutluluk ve gurur veren tarafları arasında. Alışveriş için girdiğim dükkan sahibinin nereli olduğumu sorduktan sonra, ‘Üsküdar’a giderken’ şarkısını söylemeye başlaması ve ‘’Türkiye bizim kardeş ülkemiz’’ demesi; kaldığım evin genç sahibesine, Savaş Müzesi’ne gittiğimi, çünkü benden 65 sene önce dedemin bu toprakları savunmak için Türkiye’den kalkıp geldiğini söylediğimde, genç yaşına rağmen şükran duygusunu belli edecek mimiklerle bana teşekkür etmesi gibi zarif tepkiler, Kore seyahatime anlam katıyor. Ben de geleneklerine bağlı olmalarının yanı sıra son derece çalışkan ve modern olan bu toplumu tüm kalbimle takdir ediyorum.

 

Kısacası yollara düşme sebebiniz ve bir seyahatten beklentiniz eğer değişik tatlar keşfetmek, farklı geleneklere tanık olmak, şehrin ruhunu yakalamak ise bunların tümünü Seul fazlasıyla yaşatıyor.

Seçil Sağlam

 


Önerilen yazılar