Basketbol efsanesi Michael Jordan’ı anlatan The Last Dance, tüm zamanların en iyi spor belgeseli olarak nitelendiriliyor.
Bir süredir evde olduğumuz şu günlerde başımıza güzel şeyler de geldi elbet. Benim için bu 90’lı yıllarda NBA’yi kasıp kavuran takım Chicago Bulls ve bu takımın ikonik yıldızı Michael Jordan’ı konu alan 10 bölümlük Netflix dizisi The Last Dance idi. 18 Mayıs 2020’de yayınlanan 9. ve 10. bölümleri ile ne yazık ki Michael Jordan bize bir kez daha veda etti. Netflix’in ve ESPN Films’in ortak yapımı The Last Dance, 90’lardan bu yana NBA tarihindeki en başarılı ve en cool süper yıldız kim sorusunun cevabını da rakipsiz Michael Jordan’ı işaret ederek vermiş oldu.
Chicago Bulls’un 1998 yılında elde ettiği 6. ve son şampiyonluğunu ana merkez noktası yapan bu belgesel 90’larda tüm rakiplerini domine eden bu efsane takımın tüm oyuncuları ve saha dışında yaşanan tüm olayları da bizlere çarpıcı bir şekilde sundu. Özellikle son sezona ait (ki bu son sezonun adı The Last Dance) 500 saatlik detaylı arşivin çok özel anlarını izlediğimiz bu yapım uzun süre belleklerimizden çıkacak gibi değil. Takımın istikrarlı ve eşsiz başarısının arka planına dahil olmak biz NBA ve Chicago Bulls seyircilerini mest etti.
Peki kimdi bu Michael Jordan? 90’larda NBA maçlarını takip eden ve Chicago Bulls taraftarı milyonlarca kişinin hem çok iyi tanıdığı hem de hakkında en ufak bir fikre bile sahip olmadığı ilginç bir spor yıldızı. Onun adı adeta başarı ve azmin tanımı. Hep zirvede ve aşağıya inmek nedir bir türlü bilmiyor. Tüm ABD basını ve rakipler onu buradan indirmek için türlü türlü numaralara başvuruyor ama olmuyor!
The Last Dance’in her bir bölümünde ayrı ayrı Michael Jordan portreleri izliyoruz. Onu adeta yeniden keşfediyoruz. Denilen o ki MJ bugüne kadar ilk kez kalbini ve özelini bir yapım için bu denli açmış bulunuyor. Belgesel esnasında adeta yakın bir dostuyla sohbet eder gibi samimi, sevecen ama yer yer kin dolu ve öfkeli. Ona meydan okuyan her olay ya da her kişiyi yeryüzünden silmek ve darmadağın etmek gibi davranış modelleri benimsemiş birisi. Kendisi de hemen herkesten farklı ve özel olduğunun farkında. MJ tipik bir narsist. Bu şekilde yaşıyor olmaktan da son derece mutlu. Doğru yönettiği narsistik duyguları onu zirvenin en ucunda en başarılı ve en yalnız kişi yapmış durumda.
Saatlerce görüntüyü, yüz binlerce gazete küpürünü, birçok röportajı ve sonsuz internet arşivini elinde bulunduran yönetmen Jason Hehir The Last Dance’in bu denli ikonik bir belgesele dönüşmesinde en önemli gizli özne. Yönetmen ne MJ hayranlarını kızdırıyor ne de tarihin gerçekliğinden bir an olsun ayrılıyor. Paralel kurgu tekniği ile 1970’li yıllardan 1998’e eşsiz zaman seyahatleri gerçekleştirmemize olanak sağlıyor. Neyin neden bu şekilde olduğunu kusursuza yakın anlıyor ve hikayedeki kişilerle yüksek oranlı empatiler kuruyoruz. Yönetmene dair en sevdiğim bölüm ise 9. bölümdü. Jordan’ın “Kariyerimin en zorlu eşleşmesi” addettiği Indiana Pacers serisini öyle stratejik bir noktada anıyor ki MJ’in alameti farikası burada parıl parıl parlıyor. (Spoiler olsun istemedim.)
Ayrıca bu belgesel için Netflix özel bir teşekkürü de hak ediyor. Normalde Haziran ayında premiere’i yapılacak olan The Last Dance karantina günleri sebebiyle öne çekildi. Son 2 bölümü zoom toplantıları ve online uygulamalar ile tamamlandı. Şimdiden Netflix tarihinin en ilgi çekici belgeseli olduğu da açıklandı.
Mutlaka ki genel resme baktığımızda kimi kusurlu durumlar ve konuyu dağıtan gereksiz hususlar olduğu da görülecektir. Yönetmen Jason Hehir ilk 8 bölümde asla belli bir seviyenin altına inmiyor ve elindeki malzemeyi kusursuza yakın kullanıyor. Ben kendi adıma Chicago Bulls ve MJ’e dokunmuş olan hemen her kişinin belgesele röportajlar olarak katılmasına bayıldım. Her biri bu eşsiz tarihin unutulmaz aktör ve aktrisleri zira. ABD basınında çok etkili sinema ve belgesel eleştirmenlerine göre de The Last Dance tüm zamanların en iyi spor belgeseli.
Yine de ABD basını belgeselde özellikle yer almayan kimi kişi ve olaylar hususunda tepkisini de göstermekten geri durmadı. NBA tarihinin en önemli aktivistlerinden, oynadığı dönemde başta siyahi hakları olmak üzere birçok konuda sesini yükseltmekten çekinmemiş Craig Hodges’un olmayışı büyük tepki çekti. Aynı şekilde Jordan’ın ilk eşi Juanita’nın adı hiçbir hususta bu belgeselde yer almadı. İlginçti.
Ne şekilde olursa olsun bu belgesel herhangi bir spor müsabakası yapılmayan bu dönemde tüm spor severlere ilaç gibi geldi. 6 şampiyonluk ve sayısı unutulan ödül sahibi Michael Jordan’ın dönemini ıskalayan yeni jenerasyona da detaylıca tanıtılmış ve sevdirilmiş oldu. Ayrıca onu bir başarı makinesi halinden ziyade olan biteni sıradan bir insan gibi kendi ağzından anlattığı anlar unutulmaz duygusallıktaydı.
10. bölüme ayrı bir parantez açabilir miyiz lütfen? Jordan’ın yedinci şampiyonluk için mücadele etmeye delice gönüllü olduğunu ve başta Jerry Krause olmak üzere Bulls yönetiminin bu fırsatı elinin tersiyle ittiğini ilk kez bu kadar açık biçimde öğrenmiş olduk.Tarih Bulls yönetimini affetmeyecek!
Belgesele bir son dakika tepkisi de Horace Grant’tan geldi. The Guardian’ın haberine göre 1990’lı yıllarda forma giydiği Chicago Bulls’ta Michael Jordan ile birlikte üç şampiyonluk kazanan Horace Grant, belgeselin gerçekleri yansıtmadığını söyledi. Grant, belgeselin Jordan’ı iyi gösterecek şekilde kurgulandığını şöyle ifade etti, “Belgeselin eğlenceli olduğunu söyleyebilirim ama o dönemde orada olan takım arkadaşları olarak neredeyse yüzde 90’ının palavra olduğunu biliyoruz. Gerçek değildi, çünkü Jordan’ın bazı takım arkadaşlarına söylediği pek çok şeye takım arkadaşları da karşılık verdi. Ama tüm bunlar belgeselden çıkarılmıştı, eğer buna bir belgesel diyebilirseniz tabii.”
Horace Grant yaşananlar hakkında neden sadece Michael Jordan’ın son sözü söylediğini de anlayabilmiş değil. Ayrıca ‘The Last Dance’in yapımcıları arasında MJ’in yapım şirketi Jump 23’ün de olmasını hiç etik bulmuyor.
“Bu sözde belgesel temelde bir kişi hakkında ve neyin dışarıya yansıtılacağı konusunda son söze o sahip olduğunda… bir belgesel olmuyor. Bu ‘son dans’ta ne yaşandığı hakkında onun bakış açısı. Bu bir belgesel değil çünkü bir sürü şey kesildi, kurguda atıldı. Bu yüzden buna sözde belgesel diyorum.”
Son olarak eğer Michael Jordan’a doyamadıysanız aşağıdaki yapımlara da göz atabilirsiniz:
o Playground (1990)
o Above and Beyond (1996)
o His Airness (1999)
o Michael Jordan to the Max (2000)
o Ultimate Jordan (2001)
o Jordan Rides the Bus (2010)