Sevgililer Günü yaklaşırken aşk kavramına farklı bir açıdan bakmaya ne dersiniz?
Aşk olsun, hayatımızın tamamında, baktığımız her yerde, uzandığımız her elde aşk olsun. Yeter ki önce kendimizi sevelim.
“Lafın kıymetini lâl olandan,
Ekmeğin kıymetini aç olandan
Aşkın kıymetini hiç olandan öğren” Şems-i Tebrizi
Nedir peki bu aşk? Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi, “hiç” olunan mıdır? Bir de genel geçer tanımlar var; “başkasının iyiliğine veya mutluluğuna sizinkinden daha fazla öncelik verme isteği”, “aşırı bağlılık, şefkat ve ihtiyaç duyguları”, “evlilik veya çocuk sahibi olma gibi bir başkasına yardım etmeyi, saygı duymayı ve onunla ilgilenmeyi taahhüt etme seçeneği” ya da TDK’daki tanımıyla aşk; “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda, amor”… (Amor Türkçe mi diye sormayın, aşkın tanımında Türk Dil Kurumu kullanmışsa Türkçedir).
Genellikle aşkı ulaşılabilecek, gelen ve giden bir şey, sahip olabileceğimiz veya kaybedebileceğimiz sınırlı kavram olarak düşünme eğilimindeyiz. Fakat maneviyatta aşktan bahsettiğimizde, nihayetinde kim olduğumuz, varlığımızın özü olarak kabul ediyorum ben aşkı. Bunun farkında olsak da olmasak da, hepimiz aynı deneyimi, sevgiyi arıyoruz. Bunun için farklı kelimelerimiz olabilir; aşk, mutluluk, neşe, bolluk, ilişki veya gerçek. Ama derinlemesine bakarsak, ruhun ortak bir özlemi vardır aşk için.
Hayattan memnun olmayan bir parçamız varsa, soruyoruz. Nasıl daha mutlu olabilirim, başkalarına nasıl daha fazla mutluluk getirebilirim, bu dünyada daha fazla sevgiyi nasıl deneyimleyebilirim? İşte tam olarak bu sorular varsa aklımızda, dışa doğru hareket etmeden önce, içimize bakmalıyız bence.
İçimizde aşka tam anlamıyla açılmanızı engelleyen bir korku var mı? Aşkın sonsuz potansiyelinin farkında mıyız? Aşka kendimizi kapatmak için haklı bir neden yok. Korku ve kıskançlık ilk yenmemiz, üstesinden gelmemiz gereken duygular ve aşk engelleri. Yapmamız gereken en önemli şey bakış açımızı değiştirmek. Aşk da mutluluk gibi kendi özümüzde zaten var olan bir şey. O nedenle bakmak ve görmek gerek.
Bu değişim için, duygularımızdan sorumlu olduğumuza, hislerimizi ve tepkilerimizi seçebileceğimize dair içsel bir tutum geliştirmemiz ilk adım olabilir. Kendimi tamamen seviyor muyum ve bu başkaları için hissettiğim aşkla aynı mı? Çok sevdiğin birini hayal etmeye çalış. Karşılığında ondan bir şey ister misin? Sevginiz koşulsuz, beklentilerden muaf mı? Durumlara göre veya kişiden kişiye dalgalanıyor mu?
En yüksek gerçeğinde aşk, paylaşılan bir varoluş deneyimidir. Her varlığı sevgi olarak ve her anı aşk olarak deneyimlemekten bahsediyorum. İlk duyulduğunda ütopik ya da aşırı olumlu bir duygu hali gibi gözükse de dünyadaki en gerçek duygu aslında bu. Karşılığında hiçbir şey istemeden, dalgalanmalar göstermeden… Bu bakış açısı öznel bir neden gerektirmez ve böylece sürekli güzel bir gerçeklik haline gelir.
Dinsel geleneklerden veya manevi uygulamalardan bağımsız olarak, tüm aydınlanmış üstatların ortak deneyimi aşk. Tüm varlıkları kendimiz olarak deneyimlemek, bir birlik bilinci oluşturmak, aşkın kişisel alanın ötesinde ve her şeyi kucaklayan evrensel bir lütuf olduğunu fark etmek yıllarımızı alabiliyor.
Öğretilen korkuların ve kıskançlık duygusunun ötesine geçmek çok da kolay olmayabilir hepimiz için. Ancak bu noktaya gelebilmek için ilk adımı atmak ve bu hayatın arkasındaki gerçeği sorgulamak gerek. Tıpkı son 6 yıldır tüm kalbimle benimsediğim ve bir çok sosyal medya hesabımda ismimin altına yazdığım “Kanyini” kavramı gibi. Kanyini Türkçe’ye çevirdiğimizde tüm yaratılış için sorumluluk ve koşulsuz sevgi anlamına geliyor. Kanyini Aborjin yaşamının dört ilkesini kapsıyor: Tjukurrpa (yaratılış dönemi), Kurunpa (ruh), Walytja (aile) ve Ngura (ev). Bu kavramların tamamı aslında bir ilişkidir; sınırı olmayan muazzam bir şefkattir, zaman çerçevesi yoktur, ebedidir. Burada amaç, Kanyini’nin koşulsuz, sınırsız sevgi ilkeleriyle yaşamaktır.
Neden buradayız, ben kimim? Sevgi başlı başına bir kavrayış yoludur. Gerçek aşkı varlığımızın gerçeği olarak deneyimlemek, kelimelerin ötesinde bir şeydir. Zihnin düşünce sürecini gerektirmez; daha çok zihnin ötesine geçmeyi ifade eder.
Varlık gerilimden yoksun, şefkat dolu, yaşamın ihtişamına açık, saf farkındalık. Aşk başkası tarafından sağlanamaz, içimize değil, içimizden akar. Sınırlı değildir, daha çok bu gerçekliğe açılma meselesidir. Yoga felsefesinde ise bu durum “Sat, Chit, Ananda” yani saf bilinç, saf varoluş, saf mutluluk olarak tanımlanır. Bu yaklaşımda aşkın aramamız gereken bir deneyim ya da kovalanacak bir hedef olmadığını anlamak önemli. Aşk her an yanımızda olan ilahi bir mevcudiyettir ve başka hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur.
Kısaca benim tanımımda ise, biri içindeki öz sevgi, diğeri ilkel benlik olan iki gerçekten bir birlik aramaktır aşk. Yani basitçe aşk sensin. Bu nedenle arayış da, buluş da kendi içimizde. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi; “Sevenler en sonunda bir yerlerde buluşmazlar. Onlar en başından beri birbirlerinin içindedirler”.
Sevgililer gününüz kutlu olsun.
Aşkla,